Falih Rıfkı Atay, Cumhuriyet kuşaklarının Araplara, Ortadoğu’ya ve genel manada Müslüman dünyaya dair algılarını önemli biçimde şekillendiren “Zeytindağı” isimli meşhur yapıtında şöyle der: “Bizden Belgrad’ı aldıkları vakit, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak: – Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim! Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz şayet Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk.” Geçtiğimiz
İngilizlerin dünya siyasetine taraf, kimi zamanlar nizam veren dergisi The Ekonomist geride kalan mart ayında “ Yeni Dünya Nizamı ” kapağıyla çıkmıştı. Kapak görselinde; ABD başkanlık koltuğuna tekrar oturan Donald Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve İsrail Başbakanı Netanyahu yer alırken, tahlilde ise global hiyerarşinin değiştiği ve önderlerin otoriter eğilimlerinin
Birinci kere Sultan III. Mustafa periyodunda başlayan Huzur Dersleri geleneği, hilafetin kaldırıldığı 1924 yılına kadar devam etti. Ramazan aylarında Padişahın huzurunda kurulan bu özel mecliste yüksek ulemadan bir mukarrir (dersi sunan âlim) ve muhakkak sayıda muhatap (dersi dinleyip tartışan âlimler) yer alırdı. Padişah iştiraki olmaksızın huzur dersi yapılmazdı. Derslerin temelini, Kadı Beyzavi Tefsiri’nden seçilen bir ayetin mütalaası oluştururdu. Bu gelenek, yaklaşık iki asır boyunca pek çok âlimin yetiştiği bereketli bir ilmî atmosfer sağladı. Âlimler yıl boyunca kütüphanelerde dakik bir araştırma yürütür, seçilen ayetler derinlemesine incelenir ve nihayetinde hararetli müzakerelerden geçirilerek sonuca ulaşılırdı.
Her milletin övünülecek tarihi, üzerinde kimlik inşa edilen kültürü ve inandığı bir dini vardır. Batı emperyalizmi ve yerli sürümleri bizi o kadar huzursuz etmişler ki, kendi tarihimizden, kültürümüzden ve dinimizden bahsetmekten çekinir olduk. Bu hafta Sayın Cumhurbaşkanımızın Uzak Doğu seferini, 15-16. yüzyılda Osmanlı padişahlarının seferlerine benzetmek istedim; birden aklıma onlarca mani geldi. Birinci olarak, padişahların seferleri daha çok askeri seferlerdir; çoğunlukla bir ülkenin fethi ve
Sultan Abdülhamid, 1908 yılında çok kritik bir kusur yaparak, İstanbul’da nezaret atında tutulan Şerif Hüseyin’i Mekke Buyruğu olarak atadı. Şerif Hüseyin ve sülalesi kendilerini Hz. Peygamber (sav)’in ailesi olan Beni Haşim’e nispet ediyor, “Haşimoğulları” unvanını kullanıyor, Osmanlı Devleti’nin Mekke Buyrukluğu görevini de bu mensubiyete binaen ellerinde tutuyorlardı. Şerif Hüseyin İstanbul’dan Mekke’ye varınca Hicaz’da Osmanlı’ya ihanetin altyapısını hazırladı. İngiltere, gerek hilafetin Müslümanlar
İsrail’in, Filistin’i işgalini ele alan paylaşımıyla gündem olan İrlandalı komedyen Tadhg Hickey, 1845’te İrlanda’da yaşanan Patates kıtlığı olarak da anılan büyük kıtlıkta, Osmanlının İngiltere’nin ablukasına karşın İrlandalılara yardımına nasıl koştuğunu anlattı.
İsrail’in, Filistin’i işgalini ele alan paylaşımıyla gündem olan İrlandalı komedyen Tadhg Hickey, 1845’te İrlanda’da yaşanan Patates kıtlığı olarak da anılan büyük kıtlıkta, Osmanlının İngiltere’nin ablukasına karşın İrlandalılara yardımına nasıl koştuğunu anlattı.
TRT 1 ekranlarının geçtiğimiz döneme damgasını vuran argümanlı dizisi Mehmed: Fetihler Sultanı son kısmıyla izleyicileri ekrana kilitledi. Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethi için verdiği uğraş yeni bir doruğa ulaşırken, Ebu Eyüp El-Ensari sahnesi yürekleri titretti.