Samimi bir sigara parası

Dervişe “sermayen nedir?” diye sormuşlar, “samimiyettir” diye yanıt vermiş. Bu kere de “samimiyet nedir?” diye sormuşlar, “bir şeyin en içindeki, en tabanındaki, özü” demiş.
Derviş tuhaf bir âdemoğlu. “Samimiyetten nasıl sermaye olsun?” diye soramazsınız ona. Fakat olur da yüreğinizi toplayıp sorabilirseniz size şunu anlatacaktır.
Ekmek için ne gerekir? Un. Un için ne gerekir? Değirmen. Değirmen için ne gerekir? Buğday. Buğday için ne gerekir? Tarlada takım biçmek. O halde ekmek yiyeceğin vakit unutma ki unun, değirmenin, buğdayın, tarlanın… Hepsinin samimi olması gerekir ki yediğin ekmek sana helal olsun.
“Sorabilirsen yanıtı da beğenirsin” demedim ki. “Sorarsan karşılık verir” dedim.
Derler ki bizim derviş tekkede kırk yıl kalmış da pirine bir sorucuk olsun sormamış. O derece ki “nasılsın?” diye bile sormamış. Hem zati, ona öğretenler, yaşça ve makamca büyükler “nasılsın?” diye sormadan “nasılsın?” diye sormamayı öğretmiş. Bizim derviş hiç soru sormamış ya, sor bakalım piri ona hiç soru sormuş mu? Ne gezer? O da sormamış.
Gün olmuş, devran dönmüş, bu işi çokça merak eden genç bir derviş evvel pir efendiye gidip “efendim” demiş, “şu kırk yıllık dervişinize tek bir sual etmemişsiniz. Bunun hikmeti ne ola ki?” Pir efendi, gülümseyerek yanıt vermiş: “Onda samimiyet gördüm.”
Meraklı taze akabinde bizim dervişe gitmiş: “Söyleyiver oh derviş baba, kırk yıl sual etmeden nasıl yanında durdun pirin?” Gülümsemiş derviş: “Sorarsam işin samimiyeti bozulur diye düşündüm. Bak artık senin probleme karşılık verince de hasar aldı samimiyet. Niyetim ortaya çıktı. Nefsim bu verdiğim yanıtı beğendi. Yuf olsun benim ervahıma.”
Arabayı durdurmuş pejmürdenin biri. “Bana” demiş, “bir sigara parası uçlanıver be babalık.” Pir efendi, hiç gücenip gocunmadan çıkarıp vermiş sigara parasını. Etrafındakiler “aman efendim” demişler, “karnı aç olsaydı da verseydiniz haydi neyse. Sigara parası istedi nabekar.” Pir efendi gülümseyerek mukabele etmiş. Akabinde, sigara parası verdiği adam geri gelip “efendi baba” demiş, “sigara almaya niyetlendiydim lakin karnım pek aç. Ben en uygunu bu parayla karnımı doyurayım.”
Efendimiz (s.a.v), şöyle diyor: “Mümin, bal arısına benzeri. Sürekli pak olan şeyleri yer. Pak olanı ortaya çıkarır. Pak yerlere konar. Konduğu yere ziyan vermez. Düştüğünde ise kırılmaz veyahut bozulmaz.”
Dervişe “bu sermayeyi nasıl biriktirdin?” diye soramazsınız. Fakat yüreğinizi toplar da sorabilirseniz size şöyle diyecektir: “Biriktirtmenin tek yolu dağıtmaktır.”
Neyse. Asıl bir şey anlatacaktım ben size.
Efendimiz (s.a.v), Mute’ye ordu yollarken “kumandanınız Zeyd bin Harise’dir. Şayet Zeyd öldürülürse kumandanınız Cafer bin Ebu Talib’dir. Şayet o da öldürülürse kumandanınız Abdullah bin Revaha’dır. O da öldürülürse kendi ortanızdan bir kumandan seçersiniz” buyurmuştu da Abdullah, bunun ne manaya geldiğini güzelce anlamıştı.
Zeyd bin Erkam anlatıyor:
Ben, Abdullah bin Revaha’nın himayesinde yetişmiş bir yetimdim. Mute seferine giderken ben de onun devesinin terkisindeydim. Gece olunca Abdullah bir Revaha, devesine hitaben bir şiir okumaya başladı. Dedi ki: “Ben herhalde konutuma dönmeyeceğim / umulur ki bu savaşta vurulup düşeceğim / artık düşünmüyorum dünyayı, geride ne malım var / umurumda bile değil ne ağaçlar ne hurmalar.”
Ben kendisinden bu şiiri dinlediğimde ağlamaya başladım. O da bana “sana ne oluyor a yaramaz” dedi, “Allah bana şehitlik nasip edince ben dünyanın kaygılarından, tasalarından, olaylarından kurtulur da rahata ererim. Sen de bu hoş devenin üzerinde yurduna dönersin. Biraz da sen oyalanırsın.”
Dünya gam yurduydu o denli ya. Bunu bilene de selam olsun, bilmeyene de.
Allah. Eyvallah.